20. yüzyılın ortalarından günümüze kadar medyayı kasıp kavuran animasyon, dünya üzerinde ilk baş gösterişinden beri insanların -genç ve yaşlı- hayatlarının bir parçası haline gelmiştir.
Animasyonun icadının yüzyılı aşkın süreyi geçmesiyle beraber amacı da sürekli değişimden geçmiştir. Bu değişimin tarihteki en büyük sebebi II. Dünya Savaşı ile gelen ideolojik değişimler ve teknolojik gelişimlerdir. Animasyon tarihine kısaca bir göz atacak olursak Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından en büyük anime eserlerin üretildiğini görebiliriz.
II. Dünya Savaşı öncesi animasyon Japonya’da da ABD’de de teknik gelişim ve üretim amacıyla doğan stüdyolar arasındaki yarıştan ibaretti. Henüz yeterince gelişmemiş bir teknoloji üzerine yapılan türlü çalışmalar finansal ve zamansal sıkıntılar yüzünden zorluklardan geçti. ABD’li animasyon stüdyoları (Disney) renkli animasyonlara geçmişken Japonya kullandığı monokrom tekniğini henüz arkada bırakabilmiş değildi. Akımı yakalayabilmek için zaman, para ve efor sarf eden Japon stüdyolar, para kıtlığından dolayı çalışan sayısını ciddi miktarda azalttı ve şube sayısını kısıtladı.
II. Dünya Savaşı sırasında ise durumun böyle olmadığı görülüyor.
Savaş öncesi iki ülkede de küçük bir kitleye ulaşan animasyon endüstrisi birkaç sene içerisinde toparlandı ve altın çağına adım attı.
Ek olarak savaş zamanı normlarından biri de erkeğin cepheye gitmesi ve kadının evi geçindirmek için farklı işlerde çalışmasıydı. Özellikle II. Dünya Savaşı döneminde kadın animatör sayısı gözle görülür biçimde artsa da cepheden dönen erkek askerlerin mesleklerine geri dönmesiyle animasyon endüstrisindeki kadın popülasyonu gün geçtikçe azaldığı görülmektedir.
Seo Mitsuyo’nun (1911-2010) yapımcılığını üstlendiği “Momotaro: Sacred Sailors” filmi 1945'te vizyona girdi. Filmin yapımı görevi Japon Hükumeti tarafından Mitsuyo’ya 1944 yılında verildi. Propaganda amacıyla yapımı emredilen bu film, Japonya’nın ilk uzun metrajlı animasyon filmi oldu.
Müttefiklerin zaferi ile ABD bolluk yaşarken göğsüne iki darbe alan Mihver tarafındaki Japonya’nın zor zamanlardan geçtiğini söylemek yerinde olur.
1945 yılında Hiroshima ve Nagasaki’ye atılan atom bombaları Japonya’nın teslim olmasına yol açtı. 143.124 kişinin patlamalar sonucu hayatını kaybetti, bunun yanı sıra Japonya’nın animasyon mirasının büyük bir kısmı da yok oldu veya arşivlerde kayboldu. Günümüzde yapıldığı bilinen en eski animasyon “Katsudō Shashin” (1907) yani Türkçe çevirisiyle “Hareketli Resim”dir. Bu eser 2005'te Japonya’nın Kyoto şehrinde bir film ve animasyon arşivinde bulundu.
Katsudō Shashin’in dünya savaşları öncesine dayanması ve savaşlarda kayıplara karışan daha birçok animenin varlığı göz önünde bulundurulduğunda batılı animasyonun Japonya’nınkinden daha geç doğduğu söylenebilir.
ABD’de Endüstriyel Devrim (18-19. Yüzyıl) sırasında bir fikirden ibaret olan animasyon, 1891'de Thomas A. Edison tarafından motion picture kameranın icat edilmesiyle hayata kavuştu.
Amerikan animasyonu 20. yüzyılın başından itibaren köklü bir gelişim sürecinden geçti. James Stuart Blackton (1875-1941) tarafından dünyanın ilk animasyon filmlerinden biri olan “Humourous Phases of Funny Faces (1906)” yapıldı. Animasyonun yeterince akıcı olmaması göze batmış olmalı ki Winsor McCoy (1869-1934) binlerce çizimi birleştirerek çok daha pürüzsüz bir ürün olan “Little Nemo”yu 1911) yayınladı.
Amerikan animasyonu bir kapışma haline büründü ve bu durumdan “Bray Production” ve “Barré Studio” doğdu. Bray Prodüksiyonları ilk animasyon serisini Colonel Heeza Liar (1913-24) yayımladı ve animasyon dünyasında büyük bir başarıya imza attı. Bu başarısı üzerine Bray Prodüksiyonları Walter Lantz (1899-1994) ve Betty Boop’un (1930-1989) yaratıcısı Max Fleischer (1883-1972) gibi bilindik isimler doğurdu ancak Japonya’da da olduğu gibi finansal ve zamansal sıkıntılardan dolayı stüdyolarını kapattılar.
II. Dünya Savaşı öncesi dönemde Amerikan animasyon endüstrisi altın çağını yaşadı. Walt Disney (1901-66) “Mickey Mouse” karakterini izleyicilerle ilk defa Steamboat Willie'de buluşturdu (1928).
Savaş sırasında da devam eden Altın Çağ beraberinde "Pinokyo" (1940) "Bambi" (1942) ve "Dumbo" (1941) günümüzde de ününü koruyan animasyon filmlerini getirdi. Disney Stüdyoları, Famous Stüdyoları, Metro-Goldwyn-Mayer ve daha birçok stüdyo güçlü bir dönemden geçti.
Disney Stüdyoları’nın en büyük kazanç kaynaklarından biri olan Avrupa gişelerinin kâr kaybetmesiyle öncesine kıyasla fakir bir dönemden geçiyorken Walt Disney, Pearl Harbour saldırısından sonra ABD hükumeti tarafından propaganda ve eğitsel animasyonlar yapmakla görevlendirildi. Bu süreç içerisinde Disney’den eksik kalmayarak Famous Stüdyoları savaş ve stereotip içerikli "The Mighty Navy" ( 1941) ve "You’re A Sap, Mr. Jap" (1942) animasyon filmlerini yayınladı. Buna ek olarak Metro-Goldwyn-Mayer Stüdyoları 1930’larda animasyon dünyasında yakalayamadığı başarıyı Tom ve Jerry karakterlerini bir çatışma içinde göstererek yakaladı.
Japonya da savaş sonrası dönemden günümüze kadar ürettiği animasyon filmlerine II. Dünya Savaşı ve atom bombalarının izlerini bırakmıştır. Buna örnek olarak "Grave of the Fireflies" (1988), "Akira" (1988) ve "Tetsuwan Atom" (1963-66) gösterilebilir. Bu animasyonların yönetmenlerinin özel hayatlarını inceleyecek olursak savaş sırasında genç bireyler olarak büyük kayıplar yaşadıklarını, bazılarının yetim kaldıklarını ve bombalamalara şahit oldukları görüyoruz.
II. Dünya Savaşı ve devamındaki dönemlerde Japonya ve ABD’nin animasyon endüstrileri arasında farklılıklara rastlansa da birkaç benzerlik açık ve nettir: propaganda ve savaşın birey ve topluma olan etkisi. ABD’nin Tom ve Jerry’sinin savaştan sonra barışıp arkadaş olması, Temel Reis’in yapımcılarının stereotipten uzaklaşması; Japonya tarafında ise Akira filmimin sonunda Neo Tokyo şehrinin ortasındaki patlama, animasyon filmlerinin konularının yetim çocukları sıkça içermesi gibi.
Hem Japonya hem ABD nasyonalist ideolojiyi benimsedi – nasyonalizm de propagandaya zemin hazırladı. Hükumetler, vatandaşın ilgisini çekmek; ideolojiyi özendirmek için pankartlar ve afişlerin yanı sıra animasyon stüdyolarıyla propaganda ve eğitim bazlı sözleşmeler yaptı, bu da animatörlerin büyüyüp gelişmesine zemin hazırladı.
ABD ve Japon animasyonlarının II. Dünya Savaşı zamanındaki halini incelediğimizde sonuç olarak günümüz animasyonlarının teknik, içerik ve biçim olarak kayda değer gelişmeler gösterdiğini görebiliriz. Nasyonalizm, propagandayı beraberinde getirdi, bu da hükumetlerin animasyon stüdyolarına dönmesini ve ilgi göstermesini sağladı.
Bu incelemenin sonucunda savaşı kazanan ve kaybeden taraflarda bulunan bu iki ülkenin animasyon açısından büyük gelişmelere imza atmasının ulusçu üretim sayesinde olduğu kanısına ulaşabiliriz.